ICSID TAHKİMİ VE TÜRKİYE » Ongur Partners
Loading
icsid tahkimi türkiye

ICSID TAHKİMİ VE TÜRKİYE

ICSID TAHKİMİ VE TÜRKİYE

GİRİŞ

Son yüzyılda gelişen uluslararası ekonomik ilişkiler, beraberinde ihtilafları da getirmiştir. Bu ilişkilerden doğan uluslararası nitelikte ihtilafların, devlet yapısı içinde çözümü ise bazı devletlerin ve kurumların bir başka devletin mahkemesinin yetkisini kabul etmeyi kendi egemenliğine aykırı sayması sebebiyle imkansız hale gelmiştir. Uluslararası ekonomik uyuşmazlıklar hakkında karar verecek uluslararası mahkemelerin olmaması nedeniyle de, devlet yapısı dışında ve uluslararası bir çözüm platformu bulunamamıştır. Nihayetinde anlaşmazlıkların çözümünde tahkim müessesesi geliştirilmiş ve etkin bir hukuki çözüm yolu olarak kabul edilmiştir.[1]

Tahkim müessesi, uluslararası ekonomik ilişkilerden doğan ihtilafların çözümü için “bağımsız ve tarafsız” bir yargı mercii olarak algılanmaktadır. Bu özelliği itibariyle tahkim, günümüzde bir uluslararası ticaret mahkemesi fonksiyonu görmektedir. Bağımsızlık ve tarafsızlığın yanında tahkimin günümüzde uyuşmazlığın tarafları açısından tercih edilmelerinin ardında yatan diğer önemli sebepler; çabukluk, gizlilik, kararlarının icrasındaki yaygınlık ve kolaylıktır.

Yabancı Hakem Kararlarının Tanınması ve Tenfizine Dair 1958 Tarihli New York Konvansiyonu:

İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Milletlerarası Ticaret Odası (ICC)’nın ve Mirleşmiş Milletler (BM)’in önderliğinde hazırlanan ve New York’ta yapılan bir konferans sonucu, 10 Haziran 1958 tarihinde, Yabancı Hakem Kararlarının Tanınması ve Tenfizine Dair 1958 Tarihli New York Konvansiyonu [New York Konvansiyonu][2], 45 ülkenin temsilcisi tarafından imzalanmıştır. 2020 yılı itibariyle imzalamış bulunan ülke sayısı 164’tür[3].

Konvansiyona göre, yazılı ve hukuken geçerli bir tahkim anlaşması sonucunda gidilen ve taraf ülkelerden birinde verilen hakem kararları, diğerlerinde tenfiz edilebilmektedir. New York Konvansiyonu bu özelliği ile tahkim müessesine uluslararası karakterini kazandırmaktadır. Konvansiyonun 1’inci maddesi: “Konvansiyon gerçek veya tüzel kişiler arasında çıkan uyuşmazlıklarda, tanınması ve icrası istenen devletten başka bir devlet toprağında verilen tahkim kararlarının tanınmasına ve icrasına uygulanır. Konvansiyon aynı zamanda tanınması ve icrası istenen devlette ulusal sayılmayan tahkim kararları hakkında uygulanır.” şeklindedir. Konvansiyonun düzenlediği yabancı hakem kararları, hem geçici (ad hoc) tahkimde verilen kararları, hem de daimi kuruluşların verdiği tahkim kararlarını kapsamaktadır.

Türkiye, 1958 tarihinde imzalayan 45 ülkeden biri olup onaylamanın uygun bulunması kanunu, 1991 yılında ve 3731 sayı ile TBMM’den çıkmıştır.[4] Böylece Konvansiyon’un 3. maddesi gereğince, uluslararası hakem kararlarının Türk hukukunda tanınması ve tenfizi mümkün hale gelmiştir[5].

Devletler ve Diğer Devletlerin Vatandaşları Arasında Yatırım İhtilaflarının Çözümlenmesi Hakkında Konvansiyon:

Washington D.C.’de 1965 yılında 20 ülke tarafından imzalanan Devletler ve Diğer Devletlerin Vatandaşları Arasında Yatırım İhtilaflarının Çözümlenmesi Hakkında Sözleşme [ICSID Konvansiyonu] ile, Dünya Bankası(WB) bünyesinde bir tahkim merkezi kurulmuştur. [6] Merkezin temel amacı uluslararası yatırım uyuşmazlıklarının uzlaşma veya tahkim yolları ile çözümü için bir platform sağlamaktır.[7] ICSID Konvansiyonu günümüz itibariyle 163 ülke tarafından imzalanmış ve 155’i tarafından iç hukuk usulleri uyarınca yürürlüğe girmesi sağlanmıştır. Türkiye konvansiyona 1988 yılında taraf olmuştur.[8]

ICSID Konvansiyonu’nun 25. maddesine göre bir uyuşmazlığın ICSID Sözleşmesi kapsamında değerlendirilebilmesi için,

Tarafların ICSID tahkimine gitme konusunda yazılı olarak rıza göstermiş olması,

Gerek uyuşmazlığa taraf olan devletin, gerekse diğer taraf olan özel kişinin vatandaşı olduğu devletin ICSID Sözleşmesine üye olması,

Tahkim konusunu oluşturan uyuşmazlığın, yatırım ile doğrudan ilişkili bir sorundan doğmuş olması,

Uyuşmazlığın yatırım yapılan devlet ile, o devletin tabiiyetinde olmayan yabancı bir yatırımcı arasında doğmuş olması gerekir [9].

ICSID tahkimine rıza, yatırımcı ile devlet arasında yapılan sözleşmelerde, milli mevzuatta veya yatırımcının devleti ile yatırım yapılan devlet arasında yapılan yatırım anlaşmalarında [BIT], uyuşmazlık halinde ICSID kurallarına göre çözümleneceğinin hükme bağlanması ile verilebilir. Ayrıca Avrupa Enerji Şartı[ECT] gibi çok taraflı uluslararası sözleşmelerde yer alan hükümlerle de ev sahibi devletin ICSID tahkimine rızasını vermesi mümkündür[10].

ICSID tahkimi tarafsız ve kendiliğinden oluşan bir sistemdir. Bunun anlamı, tahkim yeri hukukunun (lex loci arbitri) tahkimin usul hükümlerine etkisinin olmamasıdır.  Fakat diğer kurallarla kıyaslandığında en üstün özelliği, hakem kararının ICSID’e taraf olan devletler tarafından sanki kendi mahkemelerinden çıkan nihai bir mahkeme kararı gibi uygulanmasıdır.[11]

Şunu da belirtmek gerekir ki ICSID sisteminde bir tenfiz prosedürü yoktur ve yukarıda Türkiye’de yabancı hakem kararlarının tanınması ve tenfizinin gelişimi amacıyla anlattığımız New York Konvansiyonu uygulanmaz. ICSID Konvansiyonu’nda hakem kararına uymayı gerektiren bağlayıcı bir hüküm, ayrıca tesis edilmiştir.

TÜRKİYE ve ICSID TAHKİMİ

Türkiye’de liberalleşme hareketleri ve 2000’lerden itibaren yabancı yatırımcılar için güvenli ve uygun bir ortam oluşturma çabaları, ICSID tahkimi başta olmak üzere uluslararası tahkim mekanizmalarının uygulanması için gereken zemini hazırlamıştır. Yukarıda da değinildiği üzere, Türkiye ICSID Konvansiyonu’na 1988 yılında taraf olmuştur ve uygun bulma kanunu 6 Aralık 1988 tarihinde resmi gazetede yayınlanarak 2 Nisan 1989’da Konvansiyon yürürlüğe girmiştir. Türkiye bugüne kadar 66’sı yürürlükte olmak üzere 82 devlet ile konvansiyonun uygulanabilmesi için karşılıklı rızayı da içinde barındıran yatırım anlaşmaları imzalamıştır.

Fakat bu liberalleşme çabaları ve yabancı yatırımcılar için hukuki güvenilir bir ortam yaratma çabalarına rağmen, Türkiye bugüne kadar on iki kere ICSID nezdinde dava edilmiştir. Aşağıda bu davalar kısaca açıklanacak ve bu davalardan yola çıkarak Türkiye’de yabancı yatırımcıların yatırım sürecinde yaşadıkları sorunlara değinilecektir.

 

Türkiye Aleyhine ICSID Nezdinde Açılan Davalar 

PSEG Gloal Inc. Davası (ICSID Dava Numarası: ARB/02/5)

PSEG Global Inc. /New Jersey [PSEG], ABD; North American Coal Corporation/ Delaware, ABD [N. American Coal] ve PSEG Global Inc. tarafından kurulan Konya Ilgın Elektrik Üretim ve Ticaret Limited Şirketi/Türkiye [Ilgın Elektrik] 2 Mayıs 2002’de Türkiye aleyhine ICSID nezdinde bir dava açmıştır. ICSID’in bu davadaki tahkim yetkisi, Türkiye ve ABD arasında 1990 yılında yürürlüğe giren BIT’e dayanmaktadır.

Uyuşmazlık, Türkiye’nin liberalleşme sürecinde enerji sektörünü özelleştirme amacı ile hayata geçirdiği Yap-İşlet-Devret [YİD] projeleri ile ilgilidir. O dönemin mevzuatına göre, YİD sözleşmeleri Danıştay’ın incelemesine tabiiydi.[12]

1994 yılında çıkarılan 3996 sayılı kanun ile bu projeler özel hukuka tabi hale getirilmiştir[13]. Davacı yatırımcı, Konya Ilgın Elektrik Santrali’nin YİD modeli ile yapılıp işletilmesi için Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı [Bakanlık] ile 1994 yılı Nisan ayında görüşmelere başlamış ve hazırlanan fizibilite raporu yürürlükteki 3096 ve 3996 sayılı kanunlar ve yönetmeliklere uygun bulunarak 1995 yılı Kasım ayında onaylanmıştır. Dolayısıyla, Bakanlık ve yatırımcı arasında YİD Sözleşmesi imzalandığında ilgili sözleşmeler  özel hukuka tabi kılınmıştır.

Yatırımcı Aralık 1995’te mevcut Türk kanunlarına uygun olarak Konya Ilgın Elektrik Santrali projesinin uygulanmasına ilişkin koşullar üzerinde görüşmelere başlamak istediğini bildirmiş, görüşmeler Ağustos 1996’da bir uygulama anlaşmasının imzalanması ile sonuçlanmıştır. Uygulama anlaşmasına göre, projeye ilişkin bir takım teknik detaylar ile birlikte projenin gerektiği gibi uygulanabilmesi için diğer anlaşmaların da imzalanması gerekmektedir. Bu anlaşmalar; Enerji Satım Anlaşması, Fon Anlaşması ve Hazine Garantisi’nden oluşmakta, özellikle hazine garantisi projenin dış finansmanının sağlanması açısından oldukça büyük öneme sahiptir.

Bu süreçte 3996 sayılı kanunun ilgili hükümleri, Mart 1996’da, yürürlüğe girmesinden iki yıl sonra, Anayasa Mahkemesi tarafından bu projelerin kamu hizmeti olduğu ve özel hukuka değil idare hukukuna tabi olması gerektiği gerekçesiyle iptal edilmiştir[14]. Şirket bu karar üzerine uygulama anlaşmasının incelenmesi için Danıştay’a başvurmuş ve Mart 1998’de Danıştay’dan “imtiyaz sözleşmesi” olarak onay almıştır. Fakat Danıştay, onay verirken, sözleşmenin son halinden ICSID tahkim hükmünü çıkartmıştır. Buna rağmen PSEG tahkim hakkını saklı tuttuğunu Bakanlığa bildirmeye devam etmiştir. Ayrıca Danıştay yatırımcının revize edilmiş bir maden çalışması hazırlaması gerektiğini ve bu revize edilmiş maden çalışmasında başlangıçtaki yatırım ve yakıt üretim masrafından daha yüksek rakamların çıkması halinde, Bakanlığın bu revize edilmiş tarifeyi makul gerekçeleri olmadığı takdirde onaylaması gerektiğini belirtmiştir.

Bakanlık ve PSEG uzun bir süre boyunca, imtiyaz sözleşmesi ve revize teklifi üzerinde anlaşamamıştır.

TBMM tarafından 22 Ocak 2000’de çıkarılan 4501 numaralı kanun ile mevcut imtiyaz sözleşmelerinin özel hukuk sözleşmelerine dönüştürülmesi ve tahkime gitme imkanı tanınmıştır[15]. PSEG de, bu imkandan yararlanıp projesini özel hukuka tabi hale getirmek için Bakanlık nezdinde müracaatta bulunmuş, fakat Bakanlık hukuki bir dayanağı olmaksızın, PSEG’in başvurusunun Bakanlar Kurulu’na gönderilmesi için sözleşmede bir takım mali imtiyazlar verilmesini şart koşmuştur. PSEG sözleşmedeki birçok değişikliği kabul etse de Bakanlık tamamının kabul edilmesi hususunda ısrarcı davranmıştır. Bu süreç boyunca da PSEG’in başvurularına ne kabul ne de ret şeklinde bir işlem yapmıştır.

Mart 2001’de çıkarılan 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu PSEG’in projesini tamamen yok etmiştir[16]. Şöyle ki, bu kanunla PSEG’in TEAŞ ile uzun zamanlı bir Enerji Satım Anlaşması yapması imkansız hale gelmiş, çünkü anlaşmalar 1 yıl süre ile sınırlandırılmıştır. Ayrıca Hazine Garantisi hakkı da ortadan kalkmıştır. Böylece projenin dış finansmanını sağlamak imkansız hale gelmiştir. Haziran 2001’de çıkan 4684 sayılı kanun ile de Elektrik Enerjisi Fonu tasfiye edilmiştir[17].

Tüm bu gelişmeler neticesinde PSEG, Türkiye aleyhine ICSID tahkimine başvurmuş ve Türkiye aleyhine,

Hükümetin taahhütlerinden doğan meşru beklentilerin yerine getirilmediği,

Yaptırımların kötü niyetle uygulandığı,

Adaletsiz, keyfi ve haksız bir uygulamaya maruz kalındığı,

T.C Anayasası’ın 48. Maddesine aykırı davranıldığı[18],

Egemenlik hakkının kötüye kullanıldığı,

iddialarında bulunmuştur. Türkiye ise karşılık olarak, YİD anlaşmaların yatırımcının koşullarına uyarlanmasının söz konusu olmadığını; aksine Yap-İşlet-Devret Anlaşmaları’na uymakla mükellef olan davacı yatırımcının bu yükümlülüğünü ihlal ettiğini iddia etmiştir. Hazine garantisinin henüz üzerinde uzlaşılmayan bir nokta olduğunu ve davacıda meşru bir beklenti yaratmasının doğru olmadığını ve sanki uzlaşılmış bir anlaşma gibi algılanmasının hukuken korunmaması gerektiğini söylemiştir. Nihai olarak da, hiç bir uygulamanın veya yaptırım kötü niyetle yapılmadığını iddia etmiştir.

Hakem heyeti; kararında, yatırımcının yatırım yapma kararında etkili olan şartların tamamının, yatırımcı aleyhine değiştirilemeyeceğine hükmetmiştir. Yabancı yatırımların teşvik temeli üzerine kurulduğunu belirterek davacıya hak vermiş; fakat davacının bütün teşviklerin sağlanacağı şeklindeki algısının yerinde olmadığına karar vererek tüm beklentilerini meşru kabul etmemiştir. Ayrıca, Türkiye’nin davacı ile görüşme yapmayarak, hakkaniyetli ve adil davranmadığını, fakat bu ihmalin illa ki kötü niyet anlamına gelmediğini belirtmiştir. Özellikle şirketin ortaklık statüsünde ve projenin hukuki statüsünde değişikliğe sebep olan çok sayıdaki kanun değişikliklerini, devletin adil ve hakkaniyete uygun davranma yükümlülüğünün ihlali olarak değerlendirmiştir. Ayrıca sürekli yapılan kanun değişikliklerinin yatırımlarda istikrarsızlığa sebep olduğuna ve hukuki güvenilirliğin yok olduğuna hükmetmiştir. Bakanlığın, şirketin özel hukuka tabi olmak için yaptığı müracaata karşılık, hiç görüşme yapmamasını da adil ve hakkaniyete uygun davranma yükümlülüğünün ihlali kapsamında değerlendirmiştir.

Sonuç olarak Türkiye, yukarıda sayılan gerekçeler ışığında davacıya 9 milyon ABD doları tazminat ödemeye ve yargılama giderlerinin %65’ini karşılamaya mahkum edilmiştir.

Motorola Credit Corporation Inc. Davası (ICSID Dava Numarası: ARB/04/21)

ABD kökenli yatırımcı Motorola Credit Corporation Inc. ve Nokia Corporation şirketleri 28 Aralık 2004 tarihinde, ICSID’e Türkiye aleyhine tahkime gitmek için başvuruda bulunmuştur. ICSID tahkimi yetkisini, Türkiye ve ABD arasında 1990 yılında yürürlüğe giren BIT’ ten almıştır. Fakat Türkiye ve yatırımcı şirket uzlaşarak tahkim sürecini ICSID Tahkim Kuralları 43. maddesi 1. fıkrası uyarınca heyet kararı olmaksızın sonlandırmıştır[19]. Sürecin kamuya açık olmaması nedeniyle, ihtilafın konusu ve sonucu hakkında resmi bir bilgi elde edilememiştir. Fakat basında çıkan haberlere göre Türkiye Motorola Şirketi’ne 1.5 milyar $’ın üzerinde ödeme yapmayı kabul etmiştir[20].

Libananco Holdings Co. Limited Davası (ICSID Dava Numarası: ARB/06/8)

23 Şubat 2006 tarihinde Güney Kıbrıslı bir şirket olan Libananco Holdings Co. [Libananco] ICSID nezdinde Türkiye aleyhine bir dava açmıştır.

Uyuşmazlık konusu olaylar şu şekilde gelişmiştir: Türk Hükümeti çeşitli kurum ve iştirakler aracılığı ile ÇEAŞ’ın %35 hissesini, KEPEZ’in ise %40 hissesini elinde bulundurmaktaydı. 1970’de ÇEAŞ ve KEPEZ dışındaki tüm elektrik piyasası aktivitelerinin devletin sahip olduğu ve yönettiği bir şirket aracılığı ile yürütülmesi kararlaştırılmıştı. ÇEAŞ ve KEPEZ ise yapmış oldukları imtiyaz sözleşmesi uyarınca aktivitelerine devam etmekte idiler. 1984’de 3096 sayılı kanun ile özel şirketlerin yetki sözleşmelerine katılmaları serbest hale geldi. ÇEAŞ ve KEPEZ de imtiyaz sözleşmelerinin yetki sözleşmesine dönüştürülmesi için Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı nezdinde müracaatta bulundu ve nihayetinde 1988 yılında yeni sözleşmeler imzalandı. Sözleşme uyarınca ÇEAŞ ve KEPEZ tesislerinin sözleşme bitince devlete devredilmesi kararlaştırıldı.

1992 yılında Türkiye liberalleşme hareketleri kapsamında ÇEAŞ ve KEPEZ’in özelleştirilmesi kararı aldı ve yapılan ihale sonucunda Uzan Ailesi’nin sahip olduğu Rumeli Holding ihaleyi kazandı. ÇEAŞ hisselerinin %11,25’i, 81 milyon $ karşılığında ve KEPEZ’in hisselerinin  %25,39’u 33 milyon $ karşılığında Rumeli Holding yönetimine girdi.

1988’de imzalanan imtiyaz sözleşmesine göre elektrik nakil imtiyazı da ÇEAŞ ve KEPEZ’e tanınmıştı. Fakat 20 Şubat 2001’de 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu çıkarıldı ve elektrik nakil aktivitelerinin bundan böyle bir devlet kuruluşu olan TEİAŞ tarafından tekel olarak yürütüleceği belirtildi[21]. Bu kanunun bazı hükümleri muhalefet tarafından hukukun üstünlüğü, sözleşme serbestisi ve özel mülkiyetin korunması hakkındaki T.C. Anayasası hükümlerine aykırı olduğu gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne iptal amacıyla taşındı. Anayasa Mahkemesi 4. maddeyi Anayasaya aykırı gördü ve iptal etti[22].

Söz konusu devirlerin yapılmasına ilişkin 28 Kasım 2002’de yürürlüğe giren bir yönetmeliğin ardından, Bakanlık tarafından, ÇEAŞ ve KEPEZ’e 31 Aralık 2002 tarihine kadar kanunda belirtilen nakil tesislerinin devlete devrinin tamamlanması ihtarı verildi. ÇEAŞ ve KEPEZ ise 30 Aralık 2002’de aşağıdaki hususları belirterek bu devir işlemine itiraz etti:

  • ÇEAŞ ve KEPEZ’in imtiyazlarından vazgeçmesinin yasa dışı olacağı,
  • İmtiyaz sözleşmesinin Danıştay incelemesinden geçerek onaylanmış olduğu,
  • İdarenin tek taraflı olarak imtiyaz sözleşmesini değiştiremeyeceği, değiştirmesi halinde ÇEAŞ ve KEPEZ’in yasal ve mali haklarını ihlal edeceği,
  • ÇEAŞ VE KEPEZ’in imtiyaz sözleşmelerinin 2058 yılına kadar devam edeceğini umarak, kendi sermayeleri ile büyük altyapı yatırımları yaptığı,
  • ÇEAŞ VE KEPEZ’in tüm yasal yükümlülüklerini yerine getirdikleri, bu nedenle devletin böyle bir müdahalede bulunmasının hukuki olmadığı,
  • 4628 sayılı kanunun devire ilişkin hükümlerinin ve bu devrin uygulanışını düzenleyen yönetmeliklerin T.C. Anayasası’na aykırı olduğu,
  • Tesislerin devrinin her hangi bir bedel ödenmeksizin yapılmasının istenmesinin hukuka aykırı olduğu,
  • Bu devir işleminin imtiyaz sözleşmesinin değiştirilmesi kapsamında olduğu ve imtiyaz sözleşmesinin ancak ve ancak tarafların rızaları ile ve Danıştay onayı alınarak değiştirilebileceği.

Bakanlık ise şirkete 28 Şubat 2003’e kadar ek süre verdi ve belirtilen süreye kadar devrin yapılmamış olması halinde şirketin yasal yükümlülükleri ihlal etmiş sayılacağını, bu ihlalin de Bakanlığa sözleşmeyi feshetme hakkı vereceğini belirtti. 12 Haziran 2003’te devir işlemlerinin tamamlanmamış olması nedeniyle, 4628 sayılı Kanunun ihlali sonucu ÇEAŞ ve KEPEZ şirketleri ile arasındaki imtiyaz sözleşmesini feshetti ve nakil hatlarına el koydu.

Bu fesih üzerine de Libananco şirketi ICSID’e başvurarak, hisselerine hukuka aykırı olarak el konulduğunu iddia etti. El koymanın da Türkiye’nin taraf olduğu ECT’ye aykırı olduğunu belirtti[23].

Libananco’nun iddiasına göre, şirketleri Ekim 2002 ile Mayıs 2003 yılları arasında ÇEAŞ ve KEPEZ’de hisse satın almıştı ve toplam yatırım miktarı 10 milyar $’ı bulmuştu. Buna karşılık, Libanaco, hisselerin kimden ve ne şekilde alındığını açıklamamıştır. Ayrıca şirketin kayıtlı sahipleri veya imtiyaz sahipleri hakkında da bir bilgi sunmamıştır. Libabanco’nun bu bağlamda sunduğu tek belge şirket sekreterinin beyanıdır. Türkiye ise heyet tarafından ICSID’in yargılama yetkisi olup olmadığının incelenmesinden önce, Libananco’nun bu davayı açma yetkisi olup olmadığının (locus standi) incelenmesini istemiştir. Türkiye’nin bu iddiası, daha sonradan başka iki tahkimde daha bu hisselerin tamamının konu olması nedeniyle farklı bir boyuta girmiştir[24].

Tahkim yargılamasında heyet, dava açısından hisselerin çok önemli olduğunu belirtmiş, fakat hisselerin hamiline yazılı olması sebebiyle, Libananco’nun hisse sahibi olup olmadığının belirlenmesinin, mülkiyetin hisselerin fiziki transferi şeklinde geçmesi ve herhangi bir ticaret sicilinde kaydedilmemesi nedeniyle çok zor olduğunu belirtmiştir. Heyet hisse meselesine, hisselerin değerinin çok yüksek olması nedeniyle, muhafazasının çok külfetli ve meşakkatli olması noktasından yaklaşmıştır.

Heyet, hisselerin uzmanlarca incelenmesinin ardından, 2 Eylül 2011 tarihinde Libananco’nun iddialarını yerinde görmeyerek, davayı Türkiye lehine sonuçlandırmıştır. Heyet ayrıca, 16 milyon ABD doları tutarındaki yargılama giderlerini de Libananco’nun ödemesine karar vermiştir[25]. Libananco davası, aşağıda izah edilecek olan benzer davalar arasından ilk açılanı olmasına rağmen, diğerlerine göre daha uzun sürmüş ve en son sonuçlanan dava olmuştur.

Cementownia “Nowa Huta” S.A Davası (ICSID Dava Numarası: ARB(AF)/06/2)

16 Kasım 2006 tarihinde Polonya’lı bir şirket olan Cementownia “Nowa Huta” S.A [Cementownia] ICSID nezdinde, Türkiye aleyhine bir dava açmıştır. Bu davanın konusu da Libananco davasının arka planındaki olaylar olup, Cementownia’nın iddiasına göre, şirketleri 30 Mayıs 2003’te Kemal Uzan’ın ÇEAŞ’taki hissesinin %12,23’ünü ve KEPEZ’deki hissesinin %10,74’ünü satın almıştır.

Yukarıda açıklandığı üzere, 12 Haziran 2003’te, yani iddia edilen hisse devrinden 12 gün sonra Bakanlık devir işlemlerinin tamamlanmamış olması nedeniyle, 4628 sayılı Kanunun ihlali sonucu ÇEAŞ ve KEPEZ şirketleri ile arasındaki imtiyaz sözleşmesini feshetmiştir. Cementownia’ya göre silahlı polis kuvvetleri tesislere gelerek tesisi devralmış ve bu devir sürecinde şirket yetkililerinin hiçbir belge veya kayda erişimine müsaade etmemiştir. Bunun üzerine Cementownia Türkiye’nin ECT’nin 10/1 maddesi, 13. maddesi ve 3. kısmını ihlal ettiği iddiasıyla tahkim sürecini başlatmıştır.

Tahkimde heyetin ilk değindiği husus, davacının ICSID Konvansiyonu 25. maddesinin 2. fıkrası uyarınca “yabancı yatırımcı” sıfatını taşıyıp taşımadığı olmuştur. 30 Mayıs 2003’te gerçekleştiği iddia edilen hisse devrinin kanıtı davacıdan talep edilmiş, fakat sunulan belgeler, hakem heyeti tarafından tutarsız olarak nitelendirilmiştir. Zira belgelerden birinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi [AİHM]’nde derdest olan bir davada Kemal Uzan’ın Haziran 2003’ün sonundan önce ÇEAŞ ve KEPEZ hisselerini Cementownia’ya devretmediğini beyan ettiği anlaşılmıştır[26]. Ayrıca Kemal Uzan sözlü aşamaya da katılmamıştır. Bu durumda davacının tek tanığı olan Kemal Uzan’ın ifadelerinin birbiri ile çeliştiği sonucuna varılmıştır. Ayrıca Türkiye, hakem heyetine devrin 8 Eylül 2003’te gerçekleştiğine dair, Danıştay 10. Dairesi’nde görülmekte olan bir davada ÇEAŞ tarafından sunulmuş olan bir başka delil daha sunmuştur. Bu belgede şu ifade geçmektedir: “şirketin yatırımları tamamen yerli sermaye kaynaklıdır… ülkemizde yabancı yatırımlar bağışık iken, yerli yatırımların her hangi bir hukuki koruması yok mudur?”. Bu ifadeyi değerlendiren hakem heyeti kararda, ÇEAŞ’ın Türk mahkemelerine Cementownia şirketinin “tamamına” Türk vatandaşlarının sahip olduğunu söylediğine değinmiş[27], bahsi geçen devrin yapıldığına ilişkin iddianın kati bir şekilde inandırıcı olmadığı sonucuna varmıştır[28].

Sonuç olarak hakem heyeti Kemal Uzan’ın ÇEAŞ ve KEPEZ hisselerini ihtilaf konusu olay gerçekleştikten sonra, salt uluslararası yargılamaya ulaşmak amacıyla Cementownia devrettiğine hükmetmiştir. Kararda oldukça ağır kelimelerle eleştirilen davacının iddiaları dava sonunda asılsız bulunmuş ve davacının ICSID tahkimine gitmeye yetkili olmadığına hükmedilmiştir. Yaklaşık 5 milyon $ olan yargılama giderlerinin tamamı davacıya yüklenmiş, ancak Türkiye’nin davacının Türkiye’nin itibarını kötü niyet ile sarsmaya çalışması nedeniyle talep ettiği tazminat kabul edilmemiştir[29].

Europe Cement Investment & Trade S.A Davası (ICSID Dava Numarası: ARB(AF)/07/2)

19 Aralık 2007 tarihinde Polonya’lı bir şirket olan Europe Cement Investment & Trade S.A [Europe Cement] ICSID nezdinde, Türkiye aleyhine bir dava açmıştır.

Bu dava da yukarıda izah edilen Libananco ve Cementownia şirketlerinin davaları ile aynı olaylara dayanmaktadır. Bu uyuşmazlıkta da Mayıs 2003’ten beri ÇEAŞ ve KEPEZ’de hisseleri olduğunu belirten Europe Cement şirketi, Türkiye’nin ÇEAŞ ve KEPEZ’in imtiyaz sözleşmelerini feshetmesinin ECT’ye aykırı olduğunu iddia etmiştir. Kemal Uzan’ın ifadesine göre ÇEAŞ’ta %20’ye karşılık gelen 102.500 adet hisse ile KEPEZ’de %23’e karşılık gelen 27.825 adet hisse Europe Cement’e devredilmiştir[30]. Kemal Uzan’ın ifadesine göre, hisselerin devri konusunda taraflar telefon görüşmesi ile anlaşmışlar ve Rumeli Holding’in güvenilir çalışanları hisseleri Polonya’ya götürmüştür[31].

Türkiye ise, Europe Cement’in ÇEAŞ ve KEPEZ’de yatırımı olduğunu kanıtlayamadığı ve 12 Haziran 2003’te hissesi olduğunu kanıtlayacak hiç bir delil sunmadığı gerekçesiyle ICSID 25. maddedeki şartların karşılanmadığını belitmiş ve yetki itirazında bulunmuştur. Türkiye, Europe Cement’in finansal kayıtlarında bu devre ilişkin bir hareket olmadığını ve Europe Cement’in iddiaları ile Uzanlar’a ilişkin diğer iddiaların bir biri ile çeliştiğini belirtmiştir[32]. Çünkü bu ve ilgili diğer davalara konu olan hisselerin toplamı ÇEAŞ için % 130 ve KEPEZ için % 120’yi bulmaktadır. Türkiye ayrıca, hem hisse alımını imzalayan hem de finansal raporu imzalayan kişinin aynı kişi olmasına rağmen, hisse alımına ilişkin bu raporlarda hiçbir kayıt olmamasının düşündürücü olduğunu, üstelik Polonya kanunlarına göre bildirilen bu raporların gerçeğe aykırı olmasının suç olduğunu iddia etmiştir. Europe Cement’in tahkim heyetine sunduğu hisselerin kopyalarının ise 10 Ocak 2005 tarihli devir ile sonradan devralınan hisseler olduğunu belirtmiştir.

Türkiye savunmasında ayrıca, bu devirlerin yapılması için Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu, Rekabet Kurumu ve Hazine Müsteşarlığı’ndan izin alınmasının Türk kanunlarına göre zorunlu olduğunu, fakat Europe Cement’in bu izinlerden hiç birini almadığını belirtmiştir. Yani hisse devrinin finansal raporlarda yer almamasının ve heyete 2005 yılında devralınan hisselerin kopyalarının sunulmasının birer hata olduğu kabul edilse dahi, hukuki zorunluluk olan izinlerin alınmamış olmasının açıklamasının olamayacağını belirtmiştir.

Europe Cement de yetki itirazında bulunmuştur; fakat onun itirazında belirtilen husus, hisselerin olmadığı değil, şirketleri tarafından hisselerin söylenen zamanda devralındığının kanıtlanmasının mümkün olmadığıdır. Hem davacının hem de davalının yetki itirazında bulunuyor olması, fakat farklı sebeplere dayanıyor olmaları açısından oldukça ilginç bir davadır.

Heyet kararında, hisselerin asıllarının heyet tarafından istenmiş olmasına rağmen Europe Cement’in asıllarını sunmadığına ve sunamayacaklarını belirtmiş olmalarına dayanarak yetkisizlik kararı vermiştir. Kararın gerekçesi ise, ECT’nin 26. maddesinin 1. fıkrasında belirtilen şartların karşılanmamasıdır. Yani heyet, Europe Cement’in 12 Haziran 2003 tarihinde ÇEAŞ ve KEPEZ’de hisseleri olduğunu kanıtlayamadığı için, yetkisiz olduğuna karar vermiştir. Heyet tarafından, talep edilmesine rağmen hisselerin sunulmamış olmasını tesadüfî engeller ile açıklamaya çalışmanın inandırıcı olmadığı ve bunun altında yatan gayenin hisselerin adli ve bilimsel incelemeden geçirilmesini engellemek olduğu sonucuna varılmıştır. Ayrıca heyet, davacının Rumeli Holding’in güvenilir çalışanlarının kimler olduğuna, Polonya’ya seyahat ettiklerine veya banka işlemlerine dair hiçbir delil sunmadığını ve bu sebeple de inandırıcı olmadıklarını belirtmiştir. Sunulan fotokopi hisselerin yeni Türk Lirası olmasının da Europe Cement’in hisseleri 2003’te devralmadığına işaret ettiği belirtilmiştir. Çünkü yeni Türk Lirası 2005 yılından itibaren kullanılmaya başlanmıştır[33]. Heyet özetle, Türkiye’nin Europe Cement’in hisseleri 2003 yılında devralmadığına ilişkin iddiasını yerinde bulmuştur. Fakat Türkiye’nin mesnetsiz bir başvuru yapıldığının kararda yer almasına ilişkin talebi kabul edilmemiştir.

Kararın bir başka noktası da Europe Cement’in iyi niyetli olmadığını vurgulamasıdır. Heyet hem hisse meselesinin hem de süreci çeşitli bahaneler ile uzatma girişimlerinin iyi niyetli olmadığına karar vermiştir. Davacının iddialarını ve sunduğu belgeleri düzmece olarak nitelendirmiş ve dava hakkının kötüye kullanıldığını belirtmiştir. Bu noktada, Türkiye itibarının davacı tarafından kötü niyetli olarak sarsılmaya çalışıldığını belirterek manevi tazminat talep etmiştir. Fakat heyet, davacının iddialarına dair kararda yer alan tespitlerin Türkiye’nin itibarının sarsılmasından doğan zararını telafi edeceğini belirtmiş ve bir manevi tazminata hükmetmemiştir. Son olarak heyet, yaklaşık 4 milyon $ olan yargılama giderlerinin tamamını davacıya yüklemiştir.

Saba Fakes Davası (ICSID Dava Numarası: ARB/07/20)

6 Haziran 2007 tarihinde Hollanda ve Ürdün ülkelerine tabi çift vatandaş olan Saba Fakes [Fakes], ICSID nezdinde, Türkiye aleyhine bir dava açmıştır. Dava Hollanda-Türkiye arasında 27 Mart 1986 tarihinde imzalanan ve 27 Mart 1986 tarihinde yürürlüğe giren BIT’in ihlali iddialarına dayanmaktadır.

Bu dava da, yukarıda izah ettiğimiz 3 davadaki gibi Uzan Ailesi ile ilişkili olup uyuşmazlığın ÇEAŞ ve KEPEZ’e ilişkin değil de Telsim Mobil Telekomünikasyon Hizmetleri A.Ş.[Telsim]’ye ilişkin olması yönüyle diğerlerinden ayrılmaktadır.

Bilindiği üzere, Uzan Ailesi bankacılık, elektrik, televizyon ve telekomünikasyon gibi birçok alanda faaliyet gösteren çeşitli şirketleri yöneten bir ailedir.  Şirketlerine ve şahıslarına karşı çeşitli soruşturmalar ve davalar yöneltilmiş ve sonucunda bazı şirketlerine devlet tarafından el konulmuştur. Söz konusu davada olaylar şu şekilde gelişmiştir:

Telsim Türkiye’nin en büyük ikinci mobil telekomünikasyon hizmeti şirketidir ve %67 hissesi, aralarında Standart Telekomünikasyon Bilgisayar Hizmetleri A.Ş [Standart]’nin de bulunduğu birkaç şirket kanalıyla, dolaylı yollardan Uzan Ailesi tarafından kontrol edilmektedir. İddiasına göre Fakes, 3 Temmuz 2003 günü, 3,800$ ödemek suretiyle Telsim’İn %66.96 oranındaki 32 adet hissesini satın almıştır. Anlaşmada ayrıca, belli şartların gerçekleşmesi halinde 17.668.000 $ daha ödeme yapılacağı taahhüt edilmiştir. Hakan Uzan, hisseler üzerinde intifa hakkı sahibi olarak belirlenmiştir. Fakes, hisse devrini müteakiben 15 Haziran 2003’te, Hakan Uzan’dan iki mektup almıştır. Mektuplardan biri şirket CEO’su olarak, diğeri de pay sahipleri adına imzalanmıştır ve kendisinin Telsim kayıtlarında hisse sahibi olarak kaydedildiğini belirtmektedir. Bunun üzerine Türkiye ise bu mektupların Telsim’in süregelen uygulamaları ile uyumlu olmadığını iddia etmiştir. Çünkü Telsim her belgeye bir evrak numarası tanzim etmekte ve arşivlemektedir, fakat bu mektuplarda evrak numarası bulunmamaktadır. Ayrıca Telsim, evraklarını Türkçe düzenlemektedir, ancak bu evraklar salt İngilizce düzenlenmiştir.

Türkiye, Telsim’e el konulması süreci ile ilgili olarak, bu işlemin Türkiye tarihinin en büyük yolsuzluklarından biri olan İmar Bankası dolandırıcılığına ilişkin olduğunu belirtmiştir. Sunduğu belgelerde ve beyanlarda bu dolandırıcılığın Uzan Ailesinin kontrolünde olan girişimlerce gerçekleştirildiğini belirtmiştir. İmar Bankası’nda çifte kayıt yöntemiyle 6 milyar $’Lık vurgun yapılmıştır. Bu süreçteki soruşturmalarda Telsim’in de dahil olduğu bir çok şirketin yolsuzluk ilişkileri tespit edilmiş ve bunun üzerine Haziran 2003’te Telsim’e el konulmuştur[34].

Fakes bu el koyma sonucunda Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu [TMSF]’nun Şubat 2004-Aralık 2005 tarihleri arasında Telsim’i çok kötü yönettiğini, Telsim hisselerinin kötü yönetim sonucu değer kaybettiğini ve TMSF’nin kendisini bu nedenle de zarara uğrattığını iddia etmiştir. Telsim’e TMSF’nin el koymasının ardından TMSF’nin 13 Kasım 2005’te Telsim’i Vodafone’a satması ile birlikte Fakes 19 milyar $ zarara uğradığını belirtmiştir. Bu zararın karşılanması için de 14 Mart 2007’de TMSF’ye bir ihtar çekmiştir.

Türkiye ise, Fakes’in Türkiye’de “yatırım” yapmış olan bir “yabancı yatırımcı” olmadığını savunmuştur. Ayrıca Fakes’in ICSID’te söz konusu davayı açmasının tek sebebinin, Türk vatandaşı olmaları sebebiyle bu davayı açmaya yetkili olmayan Uzanlar’ın, ICSID’e başvurmasını engelleyen hükümleri dolanmak amaçlı olduğunu belirtmiştir. Türkiye iddiasında Fakes’i “kukla” olarak nitelendirmiştir[35].

Türkiye ayrıca Fakes’in hisselerin sahibi olduğuna dair bir belge sunmadığını, sunduğu tek belgenin Hakan Uzan imzalı ilmuhaberler olduğunu, fakat bir belgenin ilmuhaber olması için gereken iki imzayı değil, tek imzayı taşıdığını belirtmiştir[36].

Türkiye’nin en önemli delili ise Telsim’in Türk Telekomünikasyon Kurumu’na göndermiş olduğu 14 Ağustos 2003 ve 20 Ağustos 2003 tarihli mektuplardır. Bu mektuplardan 20 Ağustos tarihli olanında şöyle denilmektedir “…20 Ağustos 2003 tarihine kadar, tüm hisse transferleri grup şirketlere yapılmış olup toplam hisse payları %10’un altındadır…” Ayrıca bu evraklar Türkiye’nin iddia ettiği gibi tarihli ve evrak numaralıdır[37].

Özetle, Türkiye 3 nokta üzerinde savunma yapmıştır. Bunların birincisi Fakes’in Hollanda vatandaşı olarak kabul edilip BIT’e dayanarak dava açamayacağı, ikincisi Fakes’in ICSID 25. maddesi uyarınca bir yatırımcı olarak kabul edilemeyeceği ve üçüncüsü Fakes’in yaptığını iddia ettiği yatırımının Türk hukukunu ihlal eden bir şekilde yapıldığı, dolayısıyla BIT’in 2. maddesi kapsamında korumadan yararlanan bir yatırım olmadığıdır.

Türkiye, heyetin, Uluslararası Adalet Divanı’nın Nottebohm davasında[38] belirlediği aktif vatandaşlık kriterini göz önünde bulundurarak Fakes’in Ürdün vatandaşlığının etkin olduğunu belirlemesini ve bu davayı açmaya yetkisiz kabul edilmesini istemiştir. Fakat heyet daha önce verilen bir kararı referans alarak, bu talebi yerinde görmemiş ve Türk vatandaşı olmamasını olumsuz şartın karşılanması, Hollanda vatandaşı olmasını ise olumlu şartın karşılanması olarak kabul etmiştir[39]. Ayrıca Hollanda-Türkiye arasındaki BIT’in çifte vatandaşlığa dair bir hüküm içermemesini de gerekçesine eklemiştir. Eğer Türkiye’nin istediği gibi vatandaşlığın etkinliğini değerlendirse dahi, Fakes’in Hollanda vatandaşlığının aktif kabul edileceğini açıklamıştır[40].

Fakes’in ICSID Konvansiyonu 25. madde uyarınca yatırımcı kabul edilmediğine ilişkin iddiaya gelecek olursak; heyet bu iddiayı oldukça kapsamlı incelemiştir. Çünkü “yatırım” kavramı ICSID Konvansiyonu’nda tanımlanmamıştır ve bugüne kadar süre gelmiş olan tutarlı bir uygulama söz konusu değildir. Bugüne kadar ICSID davalarında kimi zaman beş, hatta altı kriter uygulandığı olmuştur[41]. Yani heyetler, “yatırımcı” kavramına farklı açılardan yaklaşmış, birbirinden farklı kararlar vermişlerdir. Fakat bunlardan en çok bilineni ve diğerlerine nazaran daha çok kabul göreni Salini davasıdır[42]. Türkiye, Salini davasında belirtilen kriterlerin uygulanmasını talep etmiştir. Bu kriterler; bir katkı içermesi, belirli bir süre devam etmesi ve risk faktörü içermesi ve yatırım yapılan devletin ekonomisinin gelişmesine katkı sağlama olarak sıralanmıştır. Fakat heyet, ilk üç kriterin yeterli olduğuna hükmetmiş, iyi niyet ve yatırım yapılan devletin ekonomisine katkı sağlama kriterlerinin uygulanmasının yatırım kelimesinin anlamı ile örtüşmeyeceğini belirtmiştir[43]. Özetle, söz konusu davada heyet, ICSID kapsamında bir yatırımdan söz etmek için bir katkı içermesi, belirli bir süre devam etmesi ve risk faktörü içermesinin mecburi ve yeterli koşullar olduğuna kanaat getirmiştir.

Heyet ayrıca ICSID kapsamında yatırımın nasıl tanımlanacağını açıkladıktan sonra, Hollanda-Türkiye arasındaki BIT uyarınca “yatırım”ın kapsamını belirlemiştir. İlgili BIT’in 1/b maddesinde yatırım tanımlanmıştır. Bu maddede tanımlanan yatırıma BIT’in uygulanabilmesi için ise 2. maddenin 2. fıkrasında kanunlara uygunluk şartı getirilmiştir. Yani, 1/b maddesinde tanımlanan yatırımlar Türk hukukuna uygun olmadıkça BIT hükümlerinden yararlanamayacaklardır.

Heyet önce Fakes’e Hakan Uzan tarafından gönderilen ilmuhaberlerin iki imza ihtiva etmesinin Türk hukukuna göre zorunlu olup olmadığını tartışmıştır ve Türk hukukunda ne kanunlarda ne de mahkeme kararlarında böyle bir zorunluluk olmadığına kanaat getirerek, Hakan Uzan tarafından imzalanan ilmuhaberlerin hukuken geçerli olduğuna hükmetmiştir. Heyet, sonrasında Fakes’in hisselerin devri ile kazanacağı hakları 3 Temmuz 2003’te kazanıp kazanmadığını sorgulamıştır. Yukarıda değinildiği üzere, Fakes’in ifadesine göre,  anlaşmaları şu şekildeydi; Hakan Uzan hisseleri kontrol etmeye devam edecekti, Fakes Hakan Uzan’ın kararı doğrultusunda oy kullanacaktı ve Telsim hisselerinin kime satılacağı konusunda nihai kararı yine Hakan Uzan verecekti. Bunun gerekçesi de Uzanlar aleyhine sürdürülen davaların potansiyel alıcıların vazgeçmesine sebep olacağı inancıydı. Heyet bu gerekçeyi inandırıcı bulmamıştır. Ayrıca heyetin kararına göre, hisseler hiçbir zaman Fakes’in hakimiyet alanına girmemiştir; “güvende olmaları için” Hakan Uzan’ın danışmanının hakimiyetindedir. Heyet Hakan Uzan’ın hisseler üzerindeki hakimiyetini, Fakes’in toplam 3.800 $ ödeyerek Türkiye’nin en büyük mobil telekomünikasyon şirketinde % 66.69 hisse almış olması ile birlikte değerlendirerek Fakes’in hisselerin yasal olarak zilyedi olmadığına hükmetmiştir.

Heyet ayrıca, Türkiye’nin, Telsim’in Türk Telekomünikasyon Kurumu’na göndermiş olduğu 14 Ağustos 2003 ve 20 Ağustos 2003 tarihli mektuplara ilişkin iddiasını kabul ederek, 15 Temmuz 2005’te Fakes’e gönderilen mektup ile bu iki mektubun çeliştiğine kanaat getirmiştir. Zira heyetin kararında belirttiği üzere, Telsim’in Türk Telekomünikasyon Kurumu’na hisse sahipleri hakkında yanıltıcı bilgi vermesi için bir sebep bulunmamaktadır.

Açıklanan tüm bu bilgilerin ışığında hakem heyeti, Fakes ve Uzanlar arasında yapılan anlaşmanın hisselerin mülkiyetini Fakes’e devretmek olmadığını belirtmiş ve yatırımın şartlarının oluşmadığına hükmetmiştir. Zira Fakes’in sözde yatırımı ne belli bir süre devam etmiştir, ne de bir risk içermektedir. Sonuç olarak heyet davayı reddetmiş ve davacı Fakes’in 2 milyon $’a varan tüm yargılama giderlerini ödemesine karar vermiştir.

Alaplı Elektrik B.V. Davası (ICSID Dava Numarası: ARB/08/13)

27 Ağustos 2008 tarihinde Hollanda’da kurulu bir şirket olan Alaplı Elektrik, ICSID nezdinde, Türkiye aleyhine bir dava açmıştır. Dava ECT ve Hollanda-Türkiye arasında 27 Mart 1986 tarihinde imzalanan ve 27 Mart 1986 tarihinde yürürlüğe giren BIT’e dayanarak açılmıştır.

Davanın konusu inşa edilmemiş bir enerji santraline ilişkindir. Dava değeri ise 100 milyon $’dır. Davacının iddiaları elektrik üretimi imtiyaz sözleşmesinden kaynaklanmaktadır [44]. Davacı, 2000lerde Türk hukukunda yapılan değişiklikler nedeniyle Türkiye’deki yatırımını kaybettiğini, bunun dolaylı yoldan el koyma olduğunu ve Türkiye’nin hem ECT’nin hem de Türkiye-Hollanda yatırım anlaşmasının yatırımcıları korumaya yönelik hükümlerini ihlal ettiğini iddia etmiştir. Ancak, bu davada da, yukarıdaki davalara benzer şekilde, davacı Alaplı Elektrik, sahibi bir Türk vatandaşı olan ve ilgili imtiyaz hakkını elinde tutan holdingin bağlı şirketidir. Hakem heyeti, yargılama sonucunda, Hollanda’dan Türkiye’ye gerçek bir yatırım akışı bulunmadığını ve Alaplı’nın da yatırım konusunda bir katkı sunmadığını değerlendirmiş ve uyuşmazlığı çözmeye yetkili olmadığına hükmederek davacının talebini reddetmiştir. Kararda, Alaplı’nın uyuşmazlığın kuvvetle muhtemel hale gelmesine kadar herhangi bir yatırım yapmamış olması yatırımların uluslararası korunması sistemini oluşturan ECT-BIT-ICSID mekanizmasının kötüye kullanılması olarak değerlendirilmiştir. Heyet bu kararı verirken, bir hakem heyetinin, yatırım anlaşmalarından faydalanması ön görülmeyen kişilerin bu anlaşmaları kullanmasını kolaylaştırmayacağını da not etmiştir[45].

Tulip Real Estate and Development Netherlands B.V. (ICSID Dava Numarası: ARB/11/28)

2011 yılında Türkiye, Türkiye-Hollanda arasındaki yatırımların karşılıklı korunması anlaşmasına dayanan bir başka ICSID tahkimi davası ile karşılaşmıştır. Dava, Hollanda’da kurulu Tulip Real Estate şirketinin Emlak Konut Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı A.Ş. (Emlak Konut) ile ortaklık içinde İstanbul’da geliştirdiği bir gayrimenkul projesinin sözleşmesinin Emlak Konut tarafından işin süresinde tamamlanmadığı gerekçesi ile feshedilmesinin Türkiye’nin anılan sözleşme tahtındaki yükümlülüklerini ihlal ettiği iddiasına dayanmakta ve 280 milyon Euro tazminat talep edilmekte idi. Tulip Real Estate, projeyi yürüten Ortak Girişim’i oluşturan Türk şirketlerinden biri olan Tulip Gayrımenkul Geliştirme ve Yatırım Sanayi ve Ticaret A.Ş.’nin çoğunluk hissesinin sahibi olan şirket idi.

Tahkim yargılamasında Tulip Real Estate’in talebini ikili yatırım anlaşmasının ihlaline dayandırmasına karşılık, Türkiye uyuşmazlığın Emlak Konut ile Ortak Girişim arasındaki ihale sözleşmesinden kaynaklandığını ve dolayısıyla ICSID Konvansiyonu kapsamına girmediğini savunmuştur. Yapılan yargılama sonunda hakem heyeti Hollanda şirketinin tüm taleplerini reddetmiş, ilgili anlaşmanın Türkiye tarafından ihlalinden söz edebilmek için, dava konusu eylemin devletin egemenliğinden kaynaklanan bir davranış olarak nitelendirilebilmesi gerektiğini belirtmiştir. Her ne kadar Emlak Konut devletin kontrol ettiği bir kurum ise de, hakem heyeti uyuşmazlık konusu olayda Emlak Konut’un kendi ticari menfaatleri doğrultusunda ticari bir taraf olarak hareket etmiş olduğuna ve davranışının Türkiye-Hollanda arasındaki yatırımların korunması anlaşması kapsamında bir talep hakkı doğurmadığına hükmetmiştir[46].

Nabucco Gas Pipeline International GmbH in Liqu. (ICSID Dava Numarası: ARB/15/26)

Avusturya-Türkiye ve Enerji Şartı Antlaşması’na dayandırılan Nabucco davası, Türkiye aleyhine bir Avusturya şirketi olan Nabucco Gas Pipeline International GmbH in Liqu tarafından, Nabucco Doğal Gaz Boru Hattı projesinin inşaatı ve işletilmesine ilişkin sözleşmenin feshi nedeniyle 2015 yılında açılmıştır. Söz konusu boru hattı projesi, Ortadoğu ve Hazar Bölgesi doğal gaz rezervlerini Avrupa pazarlarına bağlamayı ve bunun için Avusturya’nın Avrupa’da önemli bir doğal gaz dağıtım noktası olma özelliğinden de faydalanmayı öngören, Türkiye, Bulgaristan, Romanya, Macaristan ve Avusturya’yı kapsayan bir proje idi. Bu davada, henüz hakem heyeti oluşturulmadan, davacı şirket yargılamaya devam edilmemesini istemiş, Türkiye’nin de bu talebe karşı çıkmaması üzerine Konvansiyon’un 44’üncü maddesi uyarınca ICSID Genel Sekreteri tarafından 5.11.2015 tarihinde tahkime devam edilmemesi kararı alınmıştır[47].

Cascade Investments NV (ICSID Dava Numarası: ARB/18/4)

Belçika’da kurulu Cascade Investments NV’nin Türkiye aleyhine açtığı ICSID tahkimi davası, 1986 Belçika, Lüksemburg, Avrupa Birliği-Türkiye arasındaki yatırımların korunması anlaşmasına dayandırılmıştır. Dava Türkiye’nin FETÖ/PDY’ye karşı terörizmin finansmanının önlenmesine ilişkin tedbirler kapsamında Cihan Medya Dağıtım Şirketi’ne el koyması üzerine el koyulan şirketin hisselerini elinde bulunduran Belçikalı şirket tarafından açılmıştır. Dava halen derdesttir.

İpek Investment Limited (ICSID Dava Numarası: ARB/18/18)

İpek Investment Limited tarafından Türkiye aleyhine açılan ICSID davası da bir önceki dava gibi Türkiye’nin terörizmin finansmanına ilişkin olarak aldığı tedbirlerle ilgilidir. Dava, 1991 Türkiye-Birleşik Krallık ikili yatırım anlaşmasına dayanmaktadır. Davacı İpek Investment Ltd., hissedarı olduğu Koza Holding’in sahibi olduğu Koza Grup şirketlerinin malvarlığının Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na devredilmesi üzerine harekete geçmiştir. Dava halen derdest olup, 13 Mart 2020 tarihinde hakem heyetince tahkim yargılamasına ilişkin tüm belgeler hakkında gizlilik kararı alınmıştır[48].

Westwater Resources, Inc. (ICSID Dava Numarası: ARB/18/46)

Türkiye-ABD arasındaki yatırım anlaşmasına dayanan Westwater Resources davası da 2018 yılı Aralık ayında açılmıştır. Davada, bir Amerikan şirketi olan Westwater Resources Inc.’in bağlı şirketi olan Adur Madencilik Limited Şirketi’ne verilen uranyum madencilik ruhsatlarının Türkiye tarafından iptal edilmesinin anılan yatırım anlaşmasına aykırılığı iddia edilerek 267 milyon $ tazminat istenmektedir.

Türkiye, Westwater şirketinin Adur şirketini 2015 yılında satın almasının anlaşma tarafından korunan bir yatırım olmadığını ve Westwater şirketinin Türkiye ile müzakereye girişmeden tahkim talebinde bulunduğunu savunarak davanın yargılama yetkisi yönünden ayrılarak önce bu hususlarda karar verilmesini istemiştir. Ancak hakem heyeti, yargılamanın bölünmesi talebini reddederek 2021 Eylül’ünde duruşma yapılmasına karar vermiştir.

Bugüne Kadar Açılmış Olan Davalar Kapsamında, Türkiye’de Yabancı Yatırımcıların Yaşadığı Sorunların Değerlendirilmesi

Yukarıda incelenen davalarda görülmüştür ki Türkiye bugüne kadar on iki kez ICSID nezdinde dava edilmiştir. Türkiye imzalamış olduğu ICSID Konvansiyonu’nu uygun bulan kanunu 6 Aralık 1988’te resmi gazetede yayınlayarak ICSID’in yetkisini tanımıştır. Fakat yukarıda etraflıca açıkladığımız üzere, Türkiye’de yatırım yapan bir yabancı yatırımcının salt bu konvansiyona dayanarak uyuşmazlığı ICSID’e taşıması mümkün değildir. Zaten her birinde ayrı ayrı belirtildiği üzere davalarda ICSID heyeti yetkisini çeşitli anlaşmalardan almıştır. Bunlardan en çok öne çıkanı şüphesiz ECT olarak kısaltılan Avrupa Enerji Şartı ve yatırımcının devleti ile Türkiye arasında imzalanan ve BIT olarak kısaltılan çift taraflı yatırım anlaşmalarıdır. BIT’ler arasında da en çok Türkiye’nin Hollanda ve ABD ile imzaladığı anlaşmalar öne çıkmıştır.

ICSID önünde uyuşmazlığa taraf olan yatırımcıların faaliyet gösterdikleri alanlara bakacak olursak, elektrik başka olmak üzere enerji sektörü ve telekomünikasyon sektörü yatırımların yapıldığı sektörlerdir.

Uyuşmazlıkların kaynağı açısından değerlendirme yapacak olursak Türkiye’nin liberalleşme sürecine değinmek gerekir. Şöyle ki, Türkiye 2000’lere doğru Türkiey liberalleşme hareketlerine başlamış ve özellikle enerji sektörüne özel şirketlerin devlet teşebbüslerinin yerini almasını teşvik etmiştir. Sektörlere ilişkin düzenleme yapan kanunlarla ve Yap-İşlet-Devret modeli ile özel sektörün enerji alanında faaliyet göstermesi mümkün hale gelmiştir. Fakat bu kanunlar çıktıktan bir süre sonra, bu kanunların uygulamalarında sorunlar ortaya çıkmıştır. Kimi zaman imtiyaz sözleşmelerini inceleyen Danıştay sözleşmenin içeriğine müdahale etmiştir, kimi zaman da Anayasa Mahkemesi iptal etmiştir veya Yasama farklı bir kanun çıkararak önceki kanunlarda özel teşebbüslere tanıdığı hakları kısıtlamıştır. Yasama Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği sürecinde Avrupa Birliği mevzuatına uyum sağlamak amacıyla, çıkarılan direktiflere uygun olarak, kanunlarını değiştirmektedir. Bu değişiklikler detaylı bir çalışma yapmadan salt uyum amacıyla yapıldığında, yatırımcıların sektörlerinde köklü değişiklikler içerdiğinden yatırımcıları zora sokabilmektedir. Aynı şekilde yeni çıkan kanunlar, ister uyum süreci kapsamında olsun ister olmasın, hem Anayasal uygunluk açısından, hem de uygulama açısından iyi analiz edilmediği için yatırımcıyı zora sokabilmektedir.  Şüphesiz ki, bu söylediklerimiz sadece yabancı yatırımcılar açısından değil, Türk yatırımcılar açısından da geçerlidir ve Türk yatırımcı da yabancı yatırımcıların etkilendiği gibi bu kanunlardan etkilenmektedir. Kanunların çıkarılması ve uygulanması sürecinde var olan durum bahsettiğimiz şekildedir. Oysa olması gereken, öncelikle titiz incelemeler yürüterek öncelikli kanunların Anayasaya, uluslararası anlaşmalara uygun olmasını sağlamak, sonrasında mevcut duruma getirdiği değişiklikleri değerlendirmek ve nihayetinde uygulamalarında çıkabilecek muhtemel sorunları saptayıp bu sorunları en aza indirecek şekilde revize etmektir. Bu açıdan, kanunu uygulayan, kanundan etkilenen, konuda uzman olan ve bu alanda faaliyet gösteren kişi ve kuruluşların sürece dahil edilmesini gerektirmektedir.

PSEG davasında açıkça gördüğümüz fakat sadece bu davaya özgü olmayan bir diğer sorun da bürokratik işlemlerdir. Yatırımcılar şüphesiz ki idare ile müzakere ederken eşit konumda değildir, devlet kamu gücü gibi bazı avantajlara sahiptir. Nihayetinde yatırımcılar Bakanlık nezdinde başvurular yapmakta ve bu başvuruları değerlendirilirken kimi zaman milyar dolarlara varan yatırımların geleceğine dair belirsiz bir ortam oluşmaktadır. Bazı sektörlerde özel şirketlerin hakimiyetinin %100’e vardığını göz önünde bulundurursak[49] ve Türkiye’nin yabancı yatırımcılar için cazip bir piyasa haline gelmesi çabalarını göz önünde bulundurursak, olması gereken şüphesiz ki her devlette olduğu gibi Türkiye’de de idari süreçlerin çabuk, belirli bir şekilde ve hukuka uygun ilerlemesini sağlamaktır.

Türkiye aleyhine son dönemde açılan Cascade ve İpek davaları, olayların niteliği yönünden bir yandan yukarıdaki değerlendirmelerden ayrı tutulabilirse de, davacıların, sahibi oldukları Cihan Medya Dağıtım ve Koza Holding yönünden pozisyonları, Türkiye lehine sonuçlanan diğer bazı davalardaki davacıların pozisyonlarına büyük benzerlik göstermektedir. Şöyle ki,  bu uyuşmazlıklarda, tıpkı yukarıda incelenen Libananco, Cementownia, Europe Cement ve Alaplı tahkimlerinde olduğu gibi, Türkiye Devleti ile aralarında bir uyuşmazlık çıkacağını ön gören Türk şirketleri, uluslararası ikili yatırım anlaşmalarının korumasından faydalanabilmek için varlıklarını yabancı şirketlere aktarmışlar, ancak hakem heyetlerini kendilerinin yatırım anlaşması korumasına layık gerçek birer yatırımcı oldukları konusunda ikna etmeyi başaramamışlardır.

SONUÇ

Türkiye gelişen uluslararası ticarette yerini almak ve büyüyen ekonomisine yabancı yatırımcıların katkılarını da eklemek için birçok uluslararası anlaşmaya taraf olmuştur. Bunlardan konumuz kapsamında en öne çıkanları devlet-yatırımcı uyuşmazlıklarını çözmek için en kapsamlı sistemlerden birine sahip olan ICSID Konvansiyonu, enerji sektörünün anayasası olan Avrupa Enerji Şartı ve çift taraflı yatırım anlaşmalarıdır.

ICSID, kararlarının taraf olan ülkelerde çok kolay bir şekilde icra edilebilmesi, hiçbir tanıma ve tenfiz prosedürüne tabi olmaması nedeniyle yatırımcılar tarafından çok sık tercih edilen bir platformdur. Bu kapsamda Türkiye ICSID nezdinde 12 kez dava edilmiştir.

Aslında davaların niteliğine ve sonuçlarına baktığımız zaman Türkiye’nin ICSID notu çok da kötü görünmemektedir. Nitekim ÇEAŞ ve KEPEZ’e ilişkin Libananco, Cementownia ve Europe Cement davaları Türkiye’nin iddialarına bakılırsa aslında birer yabancı yatırım davası değildir. İç hukuk yollarında haksız çıkıp haklı olduğunu uluslararası yargı organlarında kanıtlamak isteyen Türk vatandaşlardan oluşan bir ailenin yönettiği şirketlerin, ICSID kararlarının icrai gücünü kullanma çabasıdır. Nitekim bu davaların üçü de Türkiye lehine sonuçlanmıştır. Saba Fakes davasında da Türkiye davacının bir vitrin görevi gördüğünü ve aslında bir yabancı yatırımcı olmadığını, bahsi geçen aile tarafından yönlendirildiğini iddia etmiş ve heyet Türkiye lehine karara varmıştır. Cascade Investments ve İpek davalarında da benzer kararlar çıkması sürpriz olmayacaktır. Fakat PSEG davası göstermektedir ki, Türkiye Avrupa Birliği uyum sürecinde hızlıca çıkardığı kanunların sonuçlarını daha iyi analiz etmeli ve yabancı yatırımcıyı bir yandan korumayı ve teşvik etmeyi amaçlarken, bu amacı ile tutarsız uygulamalarla mağdur etmemelidir.

 

[1] Doktrinde kabul edilen bir görüşe göre “Ticari Tahkim (Handelsscheidsgerichtsbarkeit)” kavramı özellikle devlet-yatırımcı uyuşmazlıklarının çözümünde yetersiz kalmaktadır. Bunun sonucunda her ikisini de kapsayan “Ekonomik Tahkim (Wirtschaftsgerichtsbarkeit)” kavramı kullanılmaktadır. Bkz: Klaus Peter Berger, International Economic Arbitration; Mart,1993

[2] 1958 New York Convention on the Recognition and Enforcement of Foreign Arbitral Awards, https://treaties.un.org/doc/Treaties/1959/06/19590607%2009-35%20PM/Ch_XXII_01p.pdf, erişim tarihi: 14.07.2020.

[3] New York Konvansiyonu’na taraf olan ülkelerin güncel listesine ulaşmak için: https://treaties.un.org/Pages/ViewDetails.aspx?src=IND&mtdsg_no=XXII-1&chapter=22&clang=_en, erişim tarihi: 14.07.2020.

[4] 25.09.1991 tarihli ve 21002 sayılı resmi gazetede yayınlanmıştır.

[5] T.C. Anayasası 90. maddesi, 1 fıkrası şu şekildedir: “Türkiye Cumhuriyeti adına Yabancı Devletlerle ve Milletlerarası Kuruluşlarla yapılacak andlaşmaların onaylanması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır”. Bu fıkra gereği, uluslararası hakem kararları Türkiye’de 1991 yılından beri tanınıp tenfiz edilebilmektedir.

[6] Bu tahkim merkezinin orijinal adı, ICSID olarak kısaltılan, International Center for Settlement of International Disputes’tur.

[7] http://icsid.worldbank.org/ICSID/Index.jsp, erişim tarihi: 14.07.2020.

[8] 27 Mayıs 1988 tarihli ve 3460 sayılı Devletler ve Diğer Devletlerin Vatandaşları Arasındaki Yatırım Uyuşmazlıklarının Çözümlenmesi Hakkında Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun, 2 Haziran 1988 tarihli ve 19830 sayılı resmi gazetede yayınlanmıştır.

[9] ICSID Konvansiyonu’nun İngilizce metnine http://icsid.worldbank.org/ICSID/ICSID/RulesMain.jsp adresinden ulaşılabilir. Erişim tarihi: 14.07.2020.

[10] TİRYAKİOĞLU Bilgin, “Yatırımlar ve Uluslararası Tahkim Arasındaki İlişki: ICSID Tahkimi”, Uluslararası Ekonomi, İşletme ve Politika Dergisi, s.175.

[11] ICSID Konvansiyonu 54. Madde.

[12] 3096 sayılı ve 4/12/1984 tarihli Türkiye Elektrik Kurumu Dışındaki Kuruluşların Elektrik Üretimi, İletimi, Dağıtımı Ve Ticareti İle Görevlendirilmesi Hakkında Kanun 19/12/1984  tarihli ve 18610 sayılı resmi gazetede yayınlanmıştır.

[13] 3996 sayılı ve 8/6/1994 tarihli Bazı Yatırım Ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Kanun 13/6/1994 tarihli ve 21959 sayılı resmi gazetede yayınlanmıştır.

[14] Anayasa Mahkemesinin 26/3/1997 tarih ve E.: 1996/63, K.: 1997/40 sayılı kararı.

[15] 4501 sayılı ve 21/01/2000 tarihli Kamu Hizmetleri İle İlgili İmtiyaz Şartlaşma Ve Sözleşmelerinden Doğan Uyuşmazlıklarda Tahkim Yoluna Başvurulması Halinde Uyulması Gereken İlkelere Dair Kanun 22.1.2000 tarihli ve 23941 sayılı resmi gazetede yayınlanmıştır.

[16] 4628 sayılı ve 20/2/2001 tarihli Elektrik Piyasası Kanunu 3/3/2001 tarihli ve24335 sayılı resmi gazetede yayınlanmıştır.

[17]  4684 sayılı ve 20/6/2001 tarihli kanun 3/7/2001 tarihli ve 24451 tarihli resmi gazetede yayınlanmıştır

[18] T.C Anayasası’nın 48. Maddesinin 2. fıkrası şu şekildedir: “Devlet, özel teşebbüslerin millî ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayacak tedbirleri alır.  “

[19] , ICSID Tahkim Kuralları’nın 43. maddesinin 1. fıkrası, tarafların heyet bir karara hükmetmeden, ihtilaf konusu üzerinde anlaşarak veya başka her hangi bir şekilde, sürece devam etmeme konusunda mutabık olmaları durumunda, bunu yazılı olarak heyete bildirmeleri şartı ile sürecin karara varılmaksızın sona erdirileceğini düzenlemektedir.

[20] https://www.haberturk.com/ekonomi/makro-ekonomi/haber/519897-tahkim-34-milyar-dolara-uzandi, erişim tarihi: 14.07.2020.

[21] 4628 sayı ve 20/02/2001 tarihli Enerji Piyasası Kanunu 03/03/2001 tarihli ve 24335 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanmıştır. Bu kanun 96/92 sayılı Avrupa Birliği direktifine uyum sağlama amacıyla çıkarılmıştır.

[22] 4. maddede devletin sahibi olduğu güç üretme dağıtım tesislerini bu kanun uyarınca Haziran 2001’e kadar devretmeyen şirketin sözleşmesinin yok hükmünde sayılacağı belirtiliyordu.

[23] ECT 17 Aralık 1994’te Lizbon’da imzalanmıştır ve 16 Nisan 1998’de yürürlüğe girmiştir. Türkiye ise 17 Aralık 1994’te imzalamıştır ve 6 Şubat 2000 tarihinde uygun bulma kanunu çıkarılmıştır.

[24] Diğer iki dava; Cementownia “Nowa Huta” S.A. Davası (ICSID Dava Numarası: ARB(AF)/06/02) ve Cement Investment Trade S.A. Davası (ICSID Dava Numarası: ARB(AF)/07/02)’dir. Her üç dava da ECT’ye ilişkindir.

[25] Davada yayınlanmış bir karar metni bulunmamaktadır. Fakat süreç hakkında güncel bilgiye http://icsid.worldbank.org  adresinden ulaşılabilir.

[26] Kemal Uzan and others v. The Republic of Turkey (AİHM Dava Numarası:18240/03) http://cmiskp.echr.coe.int/tkp197/view.asp?item=1&portal=hbkm&action=html&highlight=18240/03&sessionid=75974039&skin=hudoc-en adresinden ulaşılabilir.

[27] .” Bkz: Heyet kararı para 124, sayfa 38 http://www.encharter.org/fileadmin/user_upload/Investor-State_Disputes/Cementownia_Award.pdf  adresinden ulaşılabilir.

[28] Kararda geçen ifade şu şekildedir: “….[the evidence] show[s] the utter implausibility of the transaction claimed to have occurred on May 30, 2003.” Bkz: Heyet kararı para.118, http://www.encharter.org/fileadmin/user_upload/Investor-State_Disputes/Cementownia_Award.pdf  adresinden ulaşılabilir.

[29] ICSID Konvansiyonu’nda manevi tazminatın hükmedilmesini yasaklayan her hangi bir hüküm bulunmamaktadır. Bu nedenle taraflar manevi tazminat talebinde bulunabilmektedir ve bir takım davalarda bu tazminata hükmedildiği görülmüştür. Fakat bunun için iki devlet arasında imzalanan BIT’te manevi tazminat hakkının tanınması gerekmektedir. Fakat, Cementownia’nın tabi olduğu Polonya ile Türkiye devletleri arasında imzalanan BIT’te bu hak tanınmamıştır. BIT’teki hükmün zorunlu olduğu, salt dava hakkının kötüye kullanılmış olmasının tazminatı hükmetmeye yeterli olmadığı belirtilmiştir.

[30] Heyet kararı, para.86, http://italaw.com/documents/EuropeCementAward.PDF adresinden ulaşılabilir.

[31] Hisseler hamiline yazılı oldukları için, teslim ile mülkiyet geçmektedir. Herhangi bir sicile kayıt yapılmamaktadır.

[32] Heyet kararı, para.93 ve para.108, http://italaw.com/documents/EuropeCementAward.PDF adresinden ulaşılabilir.

 

[33] 5083 sayılı 28/01/2004 tarihli Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Para Birimi Hakkında Kanun 31/01/2004 tarih ve 25363 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanmıştır,  arşive http://www.resmigazete.gov.tr adresinden ulaşılabilir.

[34] ABD New York Güney Bölgesi, Bölge Mahkemesi de Motorola ve Nokia şirketlerinin Uzanlara karşı açmış olduğu davada Uzanları ve şirketlerini dolandırıcılıktan müştereken ve müteselsilen sorumlu tutmuştur.

[35] Heyet kararı para.50, http://italaw.com/documents/Fakes_v_Turkey_Award.pdf adresinden ulaşılabilir.

[36] İlmuhaberlerin ihtiva etmesi gereken şartları belirleyen bir kanun hükmü yoktur. Hisse senetleri için öngörülen şartların ilmuhaberler için de geçerli olduğu Türkiye tarafından iddia edilmiştir. 6762 sayılı ve 29/06/1956 tarihli Türk Ticaret Kanunu’nun 413. maddesine göre hisse senetlerinin şirketin adına imzalama yetkisi olan iki kişi tarafından imzalanması gerekmektedir.

[37] 14 Ağustos 2003-1987 evrak numarası, 20 Ağustos 2003-2083 evrak numarası.

[38] 6 Nisan 1955 tarihli Nottebohm davası için bkz: http://www.icj-cij.org/docket/files/18/2674.pdf

[39] Karar için: Victor Pey Casado et Foundation Presidente Allende Davası (ICSID Dava Numarası: ARB/98/2),

8 Mayıs 2008 tarih, para. 241.

[40] Heyet Kararına para.80, http://italaw.com/documents/Fakes_v_Turkey_Award.pdf adresinden ulaşılabilir.

[41] Beş ayrı kriterin uygulandığı davalara örnek olarak Joy Mining Davası (ICSID Dava Numarası: ARB/03/11), altı ayrı kriterin uygulandığı davalara örnek olarak Phoenix Action, Ltd. Davası (ICSID Dava Numarası: ARB/06/5) verilebilir.

[42] ICSID Dava Numarası: Arb/00/04

[43] Bu yaklaşım daha önce LESI-Dipenta Davası’nda da benimsenmiştir. (ICSID Dava Numarası: ARB/03/08)

[44] Global Enerji Dergisi’nin 70. sayısında yayınlanan ve Prof. Dr. H. Ercüment Erdem tarafından kaleme alınan makaleden edinilen bilgilere dayanmaktadır.

[45] N. Charalampidou, “Range of Disputes under the Energy Charter Treaty”, OGEL 5 (2018), www.ogel.org/article.asp?key=3798, erişim tarihi: 11.10.2019

[46] Karara https://www.italaw.com/sites/default/files/case-documents/italaw3126.pdf adresinden ulaşılabilir. Erişim tarihi: 20.07.2020.

[47] Order of the Secretary-General Takıng Note of the Dıscontınuance of The Proceedıng, https://www.italaw.com/sites/default/files/case-documents/italaw4484.pdf, erişim tarihi: 20.7.2020.

[48] Procedural Order No. 13, https://www.italaw.com/sites/default/files/case-documents/italaw11471.pdf, erişim tarihi: 20.7.2020.

[49] http://www.epdk.org.tr/documents/10157/ebe9c3ea-4595-4dcc-bbf5-cff9ea79889b